Sevgili Barbro Ch. 04

Story Info
A Swedish Wife in Turkey. (Turkish)
6k words
3.76
18k
1
Story does not have any tags

Part 4 of the 6 part series

Updated 10/24/2022
Created 05/10/2007
Share this Story

Font Size

Default Font Size

Font Spacing

Default Font Spacing

Font Face

Default Font Face

Reading Theme

Default Theme (White)
You need to Log In or Sign Up to have your customization saved in your Literotica profile.
PUBLIC BETA

Note: You can change font size, font face, and turn on dark mode by clicking the "A" icon tab in the Story Info Box.

You can temporarily switch back to a Classic Literotica® experience during our ongoing public Beta testing. Please consider leaving feedback on issues you experience or suggest improvements.

Click here
mofilius
mofilius
65 Followers

Pazar günü uyandığımda, saat onikiyi geçiyordu. karım benden önce kalkmış ve duşa girmişti. Biraz tembellik yapıp, yatakta kaldım. Ondan dakika sonra, duştan çıktı Barbro. Çırıl çıplaktı. Müthiş zinde görünüyordu. Göz kamaştıracak kadar güzel ve sik kaldırıcıydı yine.

- "Günaydın sevgilim..." dedi, "Artık kalksan diyorum... Bütün gün evde oturmak niyetinde değilsin her halde..."

- "Bir planın mı var..?"

- "Hayır sevgilim... Bir planım yok henüz... Yalnızca ne istediğimi biliyorum..."

- "Öyle mi..? Ne istiyorsun peki..."

- "Sikilmek... Ohhhh sikilmek istiyorum sevgilim..."

Tanrım, gerçekten de doymak bilmiyordu. Sike doymuyordu. Durmadan sikilmek istiyordu. İnanılmaz bir kadındı karım. Sanki içinde hep gizi olan bir istek vardı ve bu şimdi, uygun ortamı bulup açığa çıkmıştı. Türkiye'ydi bu uygun ortam. Siki hep elinde gezen abazan erkekler cenneti Türkiye.

Kalkıp ben de duş yaptım. Sonra birlikte, daha çok öğlen yemeğine benzeyen bir kahvaltı yaptık. Bu arada havuza gitmeye de karar vermiştik. Böylece Barbro, bol bol sik kaldırma şansını da elde etmiş olacaktı. Şimdiden gözleri parlamaya başlamıştı.

- "Ama bu sefer, her zamanki havuza, yani Hilton'a gitmeyelim sevgilim..." dedi sonra da, "Daha değişik bir yere götür beni..."

- "Neden..?"

- "Orada hep aynı insanlar oluyor sanki... Halbuki ben yabancılar istiyorum... Tanımadığım insanlar olsun... Tanımadığım erkekler... Yabancı sikler olsun sevgilim..."

Gerçi biraz uzaktı ama, galiba Klasis Otel'e gitmek uygun olacaktı bu durumda. Karım giyinip geldiğinde, kafama tahtayla vurulmuş gibi oldu. Ten rengi bir tayt ve büstiyer giymiş, ayaklarına da alabildiğine yüksek topuklu plexiglas ayakkabılarını geçirmişti. Çıplak gibi görünüyordu ayakları. Taytı, daha çok bir çoraba benziyordu. Pamuklu kumaşı incecikti ve ikinci bir deri gibi, karnına, kalçalarına, bacaklarına yapışmıştı. Büstiyeri de, ancak yarıyarıya örtebildiği kütür kütür memelerinin tüm hatlarını ortaya koyuyordu. Elinde büyükçe bir çanta vardı. Anladığım kadarıyla içinde mayolar ve havlular vardı bunun. Önümde durup, kendi çevresinde bir tur atarak giysilerini gösterdi bana.

- "Uffff ne biçim oldun..." dedim, "Sanki çırılçıplak gibisin... Hatta belki de çırılçıplak olsan bu kadar tahrik edici olamazsın..."

- "Sikini kaldırıyor muyum..?" diye sordu.

- "Hem de ne biçim..."

- "Ohhh... O zaman herkesi mahvedebilirim demektir..."

Arabaya atladık ve TEM yoluna çıktım. Silivri'ye gelene kadar, sessiz sedasız oturdu Barbro. Ama otele gitmeden önce, şimdiye kadar hiç görmediği kasabayı görmek istedi. Kent merkezine saptım. Yollar alabildiğine kalabalıktı tabii. Hem araç trafiği, hem de insan açısından. Güzel hava, herkesi sokağa dökmüş gibiydi sanki. Sokakları, yavaş yavaş turlamaya başladım. Denize inen sokaklarda guruplar halinde askerler yürümesi, karımın dikkatini çekmişti.

- "Bu yakınlarda askeri birlik mi var sevgilim..?" diye sordu bana.

- "Bu yakınlarda olduğunu sanmıyorum... Gezmeye gelmişler herhalde..."

- "Neden..? Burada eğlence merkezi filan mı var..?"

- "Bildiğim kadarıyla yok... Bence aynı senin gibi düşünerek gelmiş olmalılar buraya... Yani senin istediğinin tam tersini isteyerek..."

- "Öyle mi..? Neymiş o..?"

- "Göz sikişi..."

- "Eeeee..? Onların istediği, nasıl oluyor da benim istediğimin tam tersi oluyor yani..?"

- "Çok basit... Sen, birileri seni gözleriyle siksin istiyorsun... Onlar da, birilerini gözleriyle sikmek..."

- "Ohhhh ciddi mi söylüyorsun..?"

- "Tabii..."

- "Peki ama neden..? Yani neden gerçekten birilerini sikmek varken, yalnızca göz sikişi demek istiyorum..."

- "Birilerini gerçekten sikmek için şansları olduğunu sanmıyorum... Kimse vermez onlara..."

- "Niye..? Orospu da bulamazlar mı yani..?"

- "O konuda da pek şansları yok... Resmi genelevlere girmeleri yasak bir kere... Sokakta bulacakları orospulara da paraları yetmez..."

- "Ahhhh... Peki ne yapıyorlar bu çocuklar..?"

- "Haftanın altı günü kışladalar zaten... Hafta sonlarında bir gün de böyle dışarı çıkıp geziyorlar... Göz sikişi yapıyorlar... Sonra da kışlaya geri döndüklerinde, bol bol otuzbir çekiyorlardır her halde... Tek şansları, izine çıkıp eve gitmeleri... O da, yalnızca yılda bir kez ve tabii eğer evliyseler ve evde sikecek bir kadın varsa..."

- "Ohhhh müthiş bir şey bu sevgilim... O zaman bu askerciklerin hepsi abazan demektir... Hepsinin içi, tıka basa bel dolu demektir... Ohhhh ağzım sulandı... Ne güzel... Tıka basa bel doludur bunların taşakları... Ahhhhh çok güzel... Üniformalı sikler... Beni ellerine geçirseler, nasıl sikerler kimbilir... Ahhhh sikerler beni sevgilim... Sikerler karını ..."

Heyecanım, nefes almamı bile zorlaştırıyordu. Doğru söylediğini biliyordum. Gözlerimin önünden, karımın merkezinde bulunduğu sahnelerin görüntüleri uçuşuyordu. Bir yığın asker ve karım. Ama burada, Silivri'de, hem de güpegündüz, mümkün değildi bu. Bunu dikkatle anlattım Barbro'ya.

- "Ama sana söz veriyorum..." dedim sonra da, "İstanbul'da, seni sikecek bir asker bulmana yardımcı olmak için söz veriyorum... Evde, evimizde, istediğin gibi siktirirsin kendini... Ben de zevkten uçarak seyrederim... Söz..."

- "Ohhh bunu çok istiyorum sevgilim... Asker siki istiyorum..."

- "Söz dedim ya..."

- "Tamam o zaman... En kısa zamanda yapalım bunu... Önümüzdeki hafta... Ama şimdi de burada, zararsız bir şey yapabiliriz... Zararsız ve çok zevkli bir şey... Beni gözleriyle sikmelerine izin verebiliriz biraz... Ohhhh hadi n'olur... Hiç zararı yok bunun..."

Tam o bu sözleri söylerken, bahçeli bir kahvenin önünden geçiyorduk. Bir kaç masada oturmuş askerler vardı. Barbro hemen gördü onları. Kolunu sımsıkı tuttu.

- "Bak işte..." dedi sonra da heyacanla, "İşte burada askerler var... Hadi dur sevgilim... Biz de gidelim o kahveye... Ohhhh beni gözleriyle siksinler biraz... Siklerini kaldırayım n'olur... Ohhhh hadi sevgilim..."

Arabayı tam kahvenin önüne parkettim. Hemen indi karım. Aynı anda da, yalnızca askerlerin değil, kahvedeki tüm erkeklerin gözleri üstüne dikildi tabii. Bu görüntüsüyle, başka türlü olabilmesi mümkün değildi zaten. Ben de indim. Arkalarda boş bir masa vardı. Barbro önde, ben arkada, orala doğru yürüdük. Kalçaları, insanı delirtecek bir sik kaldırıcılıkla çalkalanıyordu.

Oturmamızla, garsonun başımıza dikilmesi de bir oldu tabii. Ne istediğimizden çok karım ilgilendiriyordu onu. Bir taraftan benimle konuşuyor, bir taraftan da Barbro'nun içine düşüyordu. Sırf ısmarlamış olmak için, iki kola istedim.

Beni de karımı da, hemen yanımızdaki masada oturmakta olan üç asker ilgilendiriyordu aslında. Hepsi çarpılmıştı tabii. Gözleri, sanki tutkalla yapıştırılmıştı Barbro'nun vücuduna.

- "Ahhh sevgilim müthiş..." diye fısıldadı, "Gerçekten gözleriyle sikiyorlar beni... Ahhh gerçekten sikiyorlar..."

Boğazım kurumuştu. Sikim de yine kazık gibi olmuştu tabii. Tanrım, her tarafı am olan bir karım vardı ve beni de, tepeden tırnağa sik haline getiriyordu sürekli olarak. Karşımda oturmuş, kendini asker gözüyle sikilmenin zevkine bırakmıştı. Tek tek hepsiyle göz göze geldiğini, onlara gözleriyle verdiğini görebiliyor ve büsbütün heyecanlanıyordum.

- "Nereye..?"diye sordum, birden ayağa kalktığını gördüğümde.

- "Dondurma almaya sevgilim... Sen de ister misin..?"

Kahvenin girişindeki dondurma dolabını ancak o zaman gördüm. Oraya ulaşabilmek için, yine masaların arasından yürümesi gerekiyordu Barbro'nun. Görüntüsü müthişti. Ama asıl müthiş olan, vücudunu didik didik eden aç erkek bakışlarıydı tabii. Sonra, dondurma dolabının yanındaki masada da dört askerin oturmakta olduğunu farkettim. Karım onlara arkası dönük olarak durdu dolabın önünde. Sürgülü kapağını açtı ve eğilip dolabın içini karıştırmaya başladı. Böylece, kalçalarını, o inanılmaz sik kaldırıcı kalçalarını, askerlerin gözüne sokmuş oluyordu. Deli etmişti onları.

Sonra elinde bir Calypso dondurmayla dönüp geldi masaya. Portakallı bir buz çubuğundan başka bir şey değildi bu. Yuvarlak, aşağı yukarı bir sikin kalınlığı ve büyüklüğünde bir buz çubuğu. Paketi açtı ve emmeye başladı. Tanrım, gerçekten de direnilmesi zor bir kadındı karım. Sanki bir dondurmayı değil, canlı bir siki emiyor gibiydi. Dudakları kıvrılmıştı. Buz çubuğunu ağzına sokup çıkarıyor, ucunu, yanlarını yalıyordu. Gözleri yine askerlere dikiliydi. Yine hepsiyle, teker teker gözgöze gelmeye çalıyor, bunu başardığında da, baygın bakışlarla bakıp, buz çubuğunu ağzına sokuyordu.

- "Eğer devam edersen, ben bile belimi getirebilirim..." dedim.

- "Tıpkı sik emer gibi değil mi sevgilim..?" diye sordu, şehvetten ağdalanmış bir sesle, "Ohhhh tıpkı sik emer gibi emiyorum, öyle değil mi..? Neden biliyor musun..? Çünkü onlara bakarken, bana nasıl baktıklarını gördüğümde, siklerini emmek istiyorum... O zaman tıpkı bir sik gibi geliyor bu dondurma bana... Tıpkı sik gibi... Ohhhh çok güzel... Deli oluyorum... Ahhh belim gelecek sevgilim... Belim gelecek... Şimdi... Ahhhh şimdi... Ohhhhh..."

Vücudunun sarsıldığını gördüm. Tanrım, gerçekten belini getiriyordu. Dirseklerini masaya dayayıp soluklanmaya başladığını gördüğümde, garsona işaret edip hesabı ödedim. Sonra da dirseğinden tutup kaldırdım karımı. Gözlerim, kasıklarında beliren ıslaklığı yakalayıverdi hemen. Am suları taytının üstüne çıkmıştı. Arabaya binip, oradan uzaklaştık.

Kocaman bir leke vardı şimdi Barbro'nun kasıklarında. Otele geldiğimizde de hala belliydi. Ama ya kimse dikkat etmedi, ya da dikkat eden olduysa da biz farkına varmadık. Soyunma odamızda mayolarımızı giydik sonra da. Karımınkine pek mayo demek mümkün değildi gerçi ama, bu benim değil, çevremizdekiler için sorun olacaktı galiba. Alt kısmı, küçücük bir tangaydı. Kıçı, neredeyse açıkta kalıyordu. Önde, küçücük bir üçgen kumaş parçası, yalnızca amını gizliyordu, o kadar Üstü de, yalnız memelerinin yarısını örtebiliyordu. Koyu kırmızı rengi, Barbro'nun beyaz tenine çok uymuştu doğrusu.

Kendimize iki şezlong bulup uzandık. Karımın dikkatle birilerine bakmakta olduğunu gördüğümde, ben de baktım tabii. Bize göre havuzun tam karşısında, dört tane sarışın kadın vardı. Doğrusu güzeldiler hepsi de. İnce, uzun boylu ve uzun bacaklıydılar. Hepsi de üstsüzdü. Kütür kütür memelerini güneşe gösteriyorlardı.

- "Ooooo burada işler, Hilton'dan biraz daha rahat galiba..." dedi Barbro, "Baksana, üstsüzler de var..."

Elleri aynı anda mayosunun arkasına gitmiş ve çözmeye başlamıştı bile. Daha ağzımı açamadan, o da üstsüz kalmıştı artık. memelerini havaya dikip, arkasına yaslandı.

- "Kim bunlar sevgilim..? Türk'e benzemiyorlar..."

- "Sanırım Rus kızları... Hani şu hepsine Nataşa denelen Rus orospulardan olmalılar..."

- "Eeeee..? Burada ne yapıyorlar..?"

- "Bilmem... Çalışıyorlardır her halde..."

- "Oh... Bu otelde orospular da mı var..?"

- "Gördüğüm kadarıyla evet... Otelin kumarhanesi de var... Her halde orada kumar oynayıp para kazananlara satıyorlar kendilerini... Kesin bilmiyorum ama, tahmin ediyorum..."

- "Türk erkekleri ve sikleri... Ne kadar açlar... Ne kadar meraklılar sikmeye... Kumar oynarken bile sikleri akıllarında... Ohhhh çok seviyorum Türk erkeklerini sevgilim... En önemli yanları sikleri... Sanki başka hiç bir şey düşünmüyor gibiler... Ben de öyle yapıyorum işte... Benim için de en önemli yanları sikleri... Ben de başka hiç bir şey düşünmüyorum... Yalnızca siklerini düşünüyorum onların... Ohhhh yalnızca siklerini sevgilim..."

Şezlongda yüzüstü dönüp, bir anda kalkıp taş gibi kesilen ve mayomun önünü bir çadır gibi kabartan sikimi, gözlerden gizlemeye çalıştım. Hiç durmuyordu karım. Gerçekten hiç durmuyordu. Kafasının içinde, tıpkı söylediği gibi siklerden başka bir şey kalmamıştı sanki. Birden, üstüne üstüne gitmeye karar verdim.

- "Onlar da, senin için bir tek şey düşünüyorlar..." dedim ona, "Hepsi seni sikmeyi düşünüyorlar... Am olarak görüyorlar seni... Sikilecek bir am olarak..."

- "Ohhhh biliyorum sevgilim... Ohhhh biliyorum... Bu beni çıldırtıyor... Sikilecek bir am olmaya bayılıyorum... Ve sikilmek istiyorum... Mümkün olduğu kadar çok.... Mümkün olduğu kadar sık... Ohhhh hep sikilmek istiyorum sevgilim... Durmadan sikilmek istiyorum... Hepsi siksin beni istiyorum... Siklerini vücuduma soksunlar istiyorum... Her yerimden siksinler beni istiyorum sevgilim.,.. Ohhhh sevgilim... Sikilmek istiyorum..."

- "Sikiliyorsun zaten... Canının istediğine kendini siktirebiliyorsun... Buna itiraz etmiyorum gördüğün gibi..."

- "Çünkü senin de hoşuna gidiyor bu..."

- "Doğru söylüyorsun... Benim de hoşuma gidiyor... Hem de çok..."

- "Peki bugün ne yapacağım ben..? Bugün sikilmeyecek miyim yani..?"

- "Bilmem... Her zaman sen ayarlıyorsun işleri... Ben de itiraz etmiyorum..."

- "Askerlere vermemi engelledin ama... Halbuki ne kadar güzel sikerlerdi beni... Ohhhh, kimbilir ne güzel sikerlerdi beni..."

- "Tümüyle engellemedim seni ama... Yine birşeyler yaptın... İlerisi için de söz verdim zaten, unuttun mu..?"

- "Unutmadım sevgilim... Ama bugün ne olacak, onu merak ediyorum... Bugünü sikilmeden mi geçireceğim yani..?"

- "Bir önerin varsa söyle bana sevgilim... Eminim vardır..."

Sustu Barbro. Düşündüğünü görebiliyordum. Ben de kendimi bırakıp, sırtımı yakmakta olan güneşin keyfini çıkarmaya koyuldum o zaman. Kendi gibi beni de, sikişmekten başka şey düşünemez hale getirmişti karım. Arada zaman bulunca dinlenmem gerekiyordu. Yoksa, onun bu müthiş temposuna dayanamayacağımın farkındaydım.

Yaklaşık yarım saat kadar sessiz kaldık. Barbro'nun çevreyle ilgilenmediğini görerek şaşırıyordum gerçi ama, bunun nedeninin sürekli düşünmesi olduğunu da anlıyordum. Tüm gücüyle, kendini biktirebilecek bir fırsat yaratmanın yollarını düşünüyordu.

- "Ne diyorum, biliyor musun sevgilim..." dedi birden, "Bu otelde bir oda tutalım şimdi... Böylece, senin eline de, dün Topkapı Sarayı'ndaki adamların sana yakıştırdıkları şeyi deneme fırsatı geçmiş olur...

- "Anlamadım... Gerçekten anlamadım ne söylemek istediğini..."

-"Anlamayacak ne var sevgilim... Senin pezevenk olduğunu düşünmemişler miydi o adamlar... Gerçekten pezevenkli yap bugün sen de..."

- "Yine anlamadım..."

- "Yani benim pezevengim ol bugün... Beni sat... Ohhhh beni sikecek birilerini bulup, sat sevgilim..."

- "Şaka yapıyorsun her halde..."

- "Neden şaka yapayım ki... Bu Rus orospular burada müşteri bulabiliyorsa, bana da müşteri çıkar her halde..."

- "Sen delisin... Gerçekten mi istiyorsun bunu..?"

- "Ohhhh evet sevgilim... Beni sat birilerine... Parasını versinler... Sonra da siksinler... Ohhhh siksinler beni sevgilim... Bir orospu gibi siksinler beni... Siklerini indirsinler üstümde... Ohhhh düşünsene ne güzel olur..."

- "Peki nasıl yapacağım bunu..?"

- "Tıpkı Rus orospuların yaptığı gibi yaparız... Kumarhaneye gideriz... Orada beni sikecek birilerini buluruz nasıl olsa... Satarsın beni..."

Yine kalkmıştı sikim. Fazla itiraz edemeden, bir anda kendimi karımla, bunu nasıl gerçekleştirebileceğimizin ayrıntılarını konuşur buldum. Dizginleri yine eline almıştı Barbro. Sonunda, gerçekten bir oda tutmayı kararlaştırdık. Akşam saatlerinde kumarhaneye gidecektik. Önce biraz kendini gösterecekti karım. Sonra da ben, en uygun gördüğüm adama onu satacaktım. Yalnızca bir kaç saat için tabii. Sonra onlardan ayrılıp odaya çıkacak ve uygun bir yere gizlenip bekleyecektim. Karım da adamı oraya getirecek ve kendini siktirecekti. Böylece, her şeyi seyretmiş olabilecektim. Bunlar, benim de müthiş heyecanlanmama neden olmuştu. Karımı satmak fikri, çok hoşuma gidiyordu.

Neredeyse hava kararana kadar kaldık havuzda. Sonra kalkıp giyindik ve resepsiyona gidip bir oda tuttum. Özellikle de, iki tane anahtar kartı istedim. Biri benim girmemi sağlacacaktı öbürüyle de karım, bulduğumuz müşteriyle girebilecekti odaya. Birlikte yukarı çıktık. Oldukça büyük bir odaydı. Onu sikilirken seyredebileceğim bir yer aramaya başladık. Doğruyu söylemek gerekirse, inanılmaz şansımız vardı. Müşterilerin giysilerini asmaları için yapılan üç kapılı gömme gardrop, aslında sanki, benim şimdi yapmak istediğim şey için düşünülmüştü. Raylı üç kapısından ortadaki, içerdeki giysilerin havalanmasını sağlamak için olmalı, tümüyle ızgaralıydı. Tıpkı tahta bir pencere pancuru gibi, biraz aşağı eğimli tahta yapraklardan oluşuyordu bu ızgara. İçerisi gayet genişti. Girip dışarıya baktığımda, tüm odayı görebildiğimi farkettim. Tam önümdeki büyük yatağa, yandan bakıyordum. Aramızda, iki metreden daha az bir mesafe vardı. Tüm kapılar kapandığında, içersi iyice karınlık oluyordu. Hem bu yüzden hem de ızgara dilimlerinin eğimlerinin dışardan bakıldığındaki ters açıları nedeniyle, kimse, oraya gizlenmiş olduğumu farkedemezdi. Tek sorun uzun süre ayakta kalmak olabilirdi gerçi ama, onu da Barbro çözdü ve banyodan yüksek bir tabure bulup getirdi. Şimdi tamam olmuştu işte.

Yemek için aşağı indik. Restorana girdiğimizde, karımın üstüne dikilen erkek gözlerinin çokluğu, bana işlerin pek de zor olmayacağı müjdesini veriyordu sanki. Gözümüze kestirdiğimiz boş bir masaya yöneldik. Barbro önümde yürüyordu. Taytının incecik kumaşı kalçalarının arasına iyice girmişti. Sanki çırıl çıplakmış gibi görünüyordu. Tanrım, bu manzaranın, gözü şöylesine bile takılan her erkeğin sikini kaldıracağı kesindi. Dört erekeğin oturduğu bir masanın önünden geçekerken, hepsinin gözlerinin karıma dikildiğini gördüm.

- "Ulan bu Rus karıları gerçekten güzel oluyor be..." dediğini duydum birinin, "Karıya bak... Kitap gibi valla..."

Bu yorum, yapmak istediğimiz şey konusunda başarılı olma şansımızın inanılmaz derecede yüksek olduğunun kanıtıydı benim için. Barbro'yu Rus sanmışlardı. Sarışın Rus kadınlarının bol bol bulunduğu bir otelde, normaldi bu da. Ama beni işin bu normallik cephesi ilgilendirmiyordu elbette ki. Karıma "Rus" yakıştırması yapıldığına göre, otomatikman "orospu" yakıştırması da yapılacak demekti. Beni ilgilendiren tek konu buydu işte. Sikim yine kalkıvermişti. Bereket ki, gözümüze kestirdiğimiz masaya ulaştık o sırada. Böylece ben de, restoranın ortalık yerinde, pantolonumun önü çadır gibi kabarmış bir halde dolaşmaktan kurtulmuş oldum.

Yemekte rakı içmeyi önerdim karıma. Alkolün ikimizi de, ama özellikle beni biraz daha rahatlatacağını umuyordum. İki saatten fazla oturduk orada. Balık yiyip, bir küçük şişe de rakı içtik. Sonra kalkıp kumarhaneye yöneldik. Zaman gelmişti.

İçerisi, fazla olmasa da kalabalıktı. İnsanlar, sıra sıra oyun makinelerinin önünde durmadan para atıyor, düğmelere basıyor, kimi kazanıyor, çoğunluğu da kaybediyordu. Bir süre onların aralarında dolaştık. Karım, özellikle yalnız oldukları belli erkeklerin yanlarında durup seyrediyordu. Sonra salonun uç tarafında, önünde tabureler olan bir bar ve bir kaz masadan oluşan bölüme yöneldik. Barbro taburelerden birine oturup sırtını bara dayadı. Ayaklarını, taburenin ayak dayama yerlerine basmış, dizleri aralık oturuyordu. Taytının incecik kumaşı, amının dudakları arasına girmişti. Bir resim gibi belliydi amı.

Yakınımızdaki makinelerde oyun oynamakta olan erkeklerin hepsinin gözü karımın üstündeydi şimdi. Sonra gündüz havuz başında gördüğümüz Rus kızlardan biri takıldı gözüme. Üstünde, akıl almaz küçük bir mini elbiseyle, adamlardan birinin yanında durmuş, kırıştırıyordu. Bir süre sonra birlikte çıkıp gittiklerini de gördüm. İşler tam tahmin ettiğim gibiydi yani. Planımızı uygulama alanı olarak kumarhaneyi seçmekle, doğru bir iş yaptığımızı anlıyordum.

Bu arada, kırk yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, orta boylu, kel kafalı bir herif, gelip bizi en yakın masaya oturdu. Sonra da gözlerini karıma dikip bakmaya başladı.

- "İşte sana bir müşteri adayı..." dedim Barbro'ya, "Nasıl buldun..?"

Adamı incelemeye başladı o da. Gerçeği söylemek gerekirse, tam bir zevksizlik örneği gibi giyinmişti herif. Tam taşralı tüccar görünümündeydi. İyice esmerdi. Acayip yeşil renkli kısa kollu bir gömlek giymiş, göğsündeki düğmeleri açık bırakmıştı. Kolları ve göğsü öylesine kıllıydı ki, bir ayıya benziyordu. Boynunda kalın bir altın zincir vardı. Bol pantolonu siyahtı. Siyah makosen ayakkabılar ve bembeyaz çoraplar giymişti. Kolundaki altın saat ile iki elinin parmaklarında iri yüzükler, hemen göz alıyor ve çok parası olduğunu belli ediyordu.

mofilius
mofilius
65 Followers