Akdeniz - Devam

Story Info
hayal bu ya
2k words
5
429
00
Share this Story

Font Size

Default Font Size

Font Spacing

Default Font Spacing

Font Face

Default Font Face

Reading Theme

Default Theme (White)
You need to Log In or Sign Up to have your customization saved in your Literotica profile.
PUBLIC BETA

Note: You can change font size, font face, and turn on dark mode by clicking the "A" icon tab in the Story Info Box.

You can temporarily switch back to a Classic Literotica® experience during our ongoing public Beta testing. Please consider leaving feedback on issues you experience or suggest improvements.

Click here
sdokfan
sdokfan
27 Followers

Canım bir miktar acısa da sadece keyif sesleri çıkartıyordum, çok güzel seviliyordum, açıkçası şikâyet etmeye hakkım yoktu. Eline geçirdiği alt egomla oyunlarını oynamaya başlamıştı, bazen sıkı sıkı kavrayıp sıvazlıyor, bazen neyim var neyim yoksa avuçlarını üzerlerinde dolaştırıyordu. Dilinin ucu kor gibi karnımda, göğsümde derin izler bırakıyor; sıkıntıları ve endişeleri gitmiş, yumuşayan, beni öptükçe irileşen dudaklarıyla da yaktığı yerleri serinletiyordu. Rahat hareket etmek için üzerimden inmiş yanıma geçmişti. Diğer eli yine yüzümde, başımda dolanıp duruyordu. Hem aşağıda hem yukarıda iki eli arasına alıp kaçmayayım diye tutar gibiydi. Aradaki alanda ise sık, ısrarcı aralıklarla sevilen, öpücüklere maruz kalan bedenim kalmıştı. Başı aşağıda kasıklarımda, dizlerinin üzerinde kalçası yukarı kalkmış durumdaydı. Bedeninin her yeri oynuyordu; beli bir inip bir alçalıyor, sırtının ortasındaki patika sağlı sollu kıvrılıyor, her iki eli bulundukları yerde işlerine bakıyordu.

Belinden başlayıp kalçasından geçen ve bacaklarından aşağı inen eskiz çizgisi hatları muhteşem görünüyordu. Kadında beğenmediğim hiçbir yer olmaması, içtenliği, samimiyeti, tutkuları ve bilumum heyecanları ile bezenmiş olan o bedenin tamamına duyduğum doyumsuz hayranlığın inanılmaz bir yükü vardı üzerimde aslında. Aynı halin bir milim ya da tek bir saç telininin duruşunun değişmesi bile bambaşka görüntülermiş gibi gelen bana ; an be an değişen arzularının hükmüne geçmiş vücudunun hareketleri, dili ve dudakları, artık kasıklarıma kadar inen dokunuşlarıyla hem görsel hem de fiziksel olarak amansız şekilde takip edilemez uyarılar gönderiyordu. Aşırı doza sürükleniyordum art arda gelen manzaralarla, içten içe bir panik halinde ve takip edemez durumdaydım bu güzel yaratığın şahit olduğum değişimlerini. Ürkek, çekingen bir kadından egemenliğini ilan edecek başka bir kadına dönüşüyordu şimdi. Keşif yolculuğu gibiydi sanki.

Saçı başı karışmış, her yerim o olmuştu. Yüzünü göremiyordum saçları engelliyordu ama iyice kasıklarıma yerleşmiş - dilim söylemeye bir türlü varmıyor ama alt ego alt ego dediğim - sikimde ve taşaklarımda henüz aperatifler tatmaya başlamıştı. Islak, ipeksi ve meraklı temaslarını; kaygan, ılık et parçalarının organlarımın üzerinde dolaştığını, parmaklarının ellerinin avuçladığını hissediyordum. Pembe ve ıslak bir aleve dönüşmüş olmalıydı ortalık. Az evvelki yangın yeri şimdi benim üzerime taşınmış, gittikçe arsızlaşan kanımıza işledikçe hezeyanlara sürüklenecek bir hal almaya başlamıştık. Sadece kafasının hareketlerinden boydan boya yaladığını görebiliyordum, sarı saçları perde olmuş toplamaya kıyamadığım bir şekilde üzerime yayılmışlardı. Hala yan tarafımda aynı vaziyette duruyor ama bedenini daha dik bir açıdan görebiliyordum. Yine dizlerinin üzerinde kalçası yukarıda başı kasıklarımda elinin biri üzerimde dolanıyor, hiç hareketsiz kalmıyordu. Elini öptürüyor, parmaklarını yalatıyor, tatlı tatlı tırmalıyor benden çıkardığı sesleri çoğaltmaya çalışıyordu. Bende erişebildiğim yerlerini sevmeye başlamıştım. Başından başlayıp, sırtına, yukarı doğru çıkıp kalçasına, sonra uyluklarının arkasından ayak bileklerine kadar uzanıp bedenlerimizin temas eden her yeri ile sevişiyorduk ama o daha çok bana odaklanmış gibiydi, çok rahattı dört aydır olmadığı kadar rahattı üzerimde ve bunu fazlası ile görmek istiyordum.

Harman yeri buğday tarlası gibi darmadağın olmuş saçlarını usulca topladım, ensesine doğru yatırdım. Saklandığı saçlarının arkasında yakalanmış gibiydi, gözleri kapalıydı ama yüzü açılınca başını yan çevirip mavi gözleri ile bana bakarken: Islanmış yanakları ve dudakları camın süzdüğü ebruli ışıklar ile rengârenk parıldar halde hemen yanağının altında alt egomla bana poz veriyorlardı. Yüzü pembeleşmişti, utanmasına vermiştim bu renk değişikliğini. Ağzı hafifçe aralık küçük küçük nefesler alıyordu. Ellerim yüzüne geldi yanağını okşarken kedi gibi sokuldu, ıslak yanağı avcumun içindeyken baş parmağım dudaklarının üzerinde dolaşıyordu. Altta kalan yanağını organımın (!!) üzerine koymuştu. Bir yanda parmağım bir yanda organımın başı arasında kalmıştı güzel dudakları. Parmağımla biraz araladım başını kaldırıp dudaklarını üzerime yerleştirdim, mahcup mavi gözlerini bana çevirdi yine. Saçlarını okşamaya başladım, dağılmış gibiydi, gerçekten o sarı samanların arkasına saklandığını düşünmeye başlamıştım, zira ne yapacağını bilemez görünüyordu, rahatsız bir tutukluluk hali ile kaldığı yerden devam etmek istiyordu.

Gözleri hala bendeydi, saçlarını okşuyordum, bir şey söylemiyor ama umduğum şeyleri de yapmıyordu, sanırım saklanmak istiyordu yine gözlerimi kapadım, başımı yatağa bıraktım.

Artık kafamda ne canlanırsa onu yaşayacaktım, sıcak nefesi sarıyordu boylu boyunca, dudaklarının yumuşaklığı ile buluşan organımın başında nazik dokunuşlarını hissediyordum. Çok bekleyecek halim yoktu, zira geçen süre o kadar uzun geliyordu ki bir an önce hayatımı teslim edebileceğim o anları başlatacak zilin çalmasını bekliyordum. Eliyle kavradı, aşağı yukarı sıvazladı, ıslak avuçları ile başını ovaladı, sonra dilinin kocaman dokunuşları gelmeye başladı böyle kürek kürek, ucundan gövdesi boyunca dibine kadar indi, bir güzel kasıklarımı sıvadı, sonra tekrar yukarılara çıktı. Tutkularını üzerime sıvamak ister gibi kullanıyordu dilini, bacaklarımda dolanan saçları yine dökülmüştü ortalığa. Başının artan hareketlerini hissediyordum. Şimdi serçe dokunuşu öpücükler başlamıştı sikimin gövdesine, bir aşağı bir yukarı, en sonunda başına konmuştu dudakları ama bu sefer eline alıp yukarı dikmiş, içimi titreten, obur bir sahra kedisinin öğününü yemesi gibi ağzını açmış, dişlerinin kontrolsüz dokunuşlarıyla tehlikeli, milim milim gelen bir sona yaklaşıyor gibiydim. Arsız, ağız dolusu etrafını saran nemli dudakların sikimin üzerinde ilerleyişini, dişlerin tehditkâr sürtünmelerini, beni içine çeken girdabın emişini ve yeniden vücudunda başlayan ince saz nâmeleri ile hissediyordum.

Bir an için rahatladığımı hissetmiştim uzun saatler süren vuslatın bir kısmına eriyor, kadınımın gayya kuyusu derinliklerine doğru yol alıyordum. Uzunca bir inişten sonra tersine bir devinim başlamıştı, sonra yine sıcak nefesinin kaynağına doğru bir yolculuğa çıkarmıştı beni. Giderek artan ısıdan eski zaman esansçılarının cam kutusundaki şişeler bir bir eriyor; önce seksin o terli, uyarıcı kokuları yayılıyordu. Eşi benzeri olmayan bir kokuydu. Öyle burnu sızlatanlardan ziyade belki de rahatsız eden ama duyuları uyaran bir kokuydu. Ele geçirdiğinde salgılanan hormonlarla farklı bahçelerin kapılarını aralayan bir aroması vardı. İşte o zaman küçük yarı erimiş şişelerden sızan kokular ile bazen yasemin sarmaşıklarına sarılarak, bazen ok gibi fırlamış mor lavanta başaklarının üstünde, bazen karabiber ağaçlarının keskin kokulu gölgelerinde sevişiyorduk onunla. Ama en çok deniz kokuyordu bedeni, Akdeniz gibiydi ve şimdi beni usulca içine alıyor, sonra şefkatle kıyısına bırakıyor, sonra ufak sakin bir dalga ile içine alıyor kıyılarında takılıp kalmış balıklar gibi oynaşıyordu. Bacaklarımın üzerindeydi ıslaklığı, yosun saçları yapışıp kalmıştı üzerime, kabuğundan çıkıp dudaklarının arkasına saklanan incileri ısırıklar alıyordu bedenimden. Yerini de değiştirmiş bacaklarımın arasına yerleşmişti, ben de dayanamamış gözlerimi açmış yine seyre dalmıştım. Bedenindeki ince sazlar vahşileşen mırıltılara dönüşüyordu.

Deniz yumuşakçaları gibi dudakları alt egomu sarmış, sıcak deniz akıntıları içinde boğuluyor, yenilip yutuluyordum. Dilinin dokunuşları, emişleri bedenimi sekiz kollu canavarların sarışları ile içine alıyordu. Vantuzları ile dilini gövdesine yapıştırmış bir yandan yalıyor bir yandan şapırtılarını bana duyuruyordu. Gel-Gitleri hızlanmaya başlamış Ayın hareketlerine göre değil artık bedeninden yayılan kokulara göre olmaya, benimle de oynamaya başlamışlardı. Kıyılara yapışan yosunları tekrar toparladım, at kuyruğu yapıp usulca avuçlarım içine aldım. Yeniden o mavi gözleri ile karşı karşıya kalmıştım ama bu sefer demin ki kadın değildi.

Cüretkârdı, küstahtı ve seyredendi aslında. Bende ne etkiler yarattığını fırsat bulduğu anlarda merakla seyrediyordu, tıpkı benim onu seyrettiğim gibi. İkimiz de karşı cinslerimize hayrandık ve aynı beklentilerle sevişiyorduk birbirimizle. İlk gördüğümde karşılarında çakılıp kaldığım; zerk ettikleri, içimi titreten heyecanları ile aklımı ele geçiren gözlerinde şimdi şimşekler çakıyordu. Ne muhteşem, ne muhteşem! görünüyordu derin mavi gözleri, üzerime yayılmış dudakları, arzularının ıslak izleri ve ağzının içinde ki ben ile. Nefessiz anlarında şişen narin burun delikleri ve oradan salınan sıkıntılı uzun nefesler; inip kalkan başı, beni kökümden tutan narin ince parmakları içinde olduğum denizi iyice kabartıyor bedenim suyun üstende dalgaların üzerinde taşınıyordu, çoktandır kıvranmaya başlamıştım.

Başının üzerinden sırtına ulaşabiliyor ellerimi dolaştırıyor yanaklarını avuçlarımın arasına alıyor başının hareketlerini, ağzının içindeki gidiş gelişleri, yanağının kenarına aldığında dışarı taşan şişkinliği, sonra doğrultup sonuma kadar geldiği anları hissetmeye çalışıyordum.

Sanırım artık benim karışmama ses çıkarmıyordu karşılıklı inliyorduk, hırlıyorduk. Yırtıcıların av ziyafetinde çıkan karın doyurma homurtularına karışmıştık. Başını ellerimin arasında tutmak, saçlarına karışmak hoşuma gitmişti bazen bende onu yönlendiriyordum sanırım sertleşmeye başlıyorduk, denizin dalgaları kabarıyor gibiydi, rüzgarlar alıp alıp vuruyordu dalgaları. Ağzından çıkartmış en aşağılardan yukarı doğru uzun uzun yalıyordu, hafif lodosun o görünmeyen ama seni ayakta tutmayan geniş dalgalarıyla: Neslimin kaynağından başlıyor başına kadar, dilini dışarı çıkartabildiği kadarı ile tamamını üzerime yapıştırıp yalıyor sonra tekrar yüzünü gözünü sürte sürte dudaklarını gezdire gezdire aşağı iniyordu.

Vücut hareketleri köhne liman tavernalarının; hüznü, gözlerindeki buğulu makyajla saklayan; talihsiz iri kalçalı, koca memeli aşüfteleri gibi kaba kaba olmaya başlıyor, kocaman kocaman çalkalanıyordu. Abartılı cilveleri ile yanına yanaşan, ucuz esansları bol ajurlu şal gibi omzuna giyinmiş, bir yandan mentollü sigarasını tüttüren, yüzlerine zorla yapışmış köpük köpük çağlayan, şen ama zoraki kahkahaları beni hep boğan, sözüm ona orospuların!? baştan çıkaran ama yine de narin ruhlarına bürünüyordu. O ince zarif, ipeğin kıskandığı masum ten; yosmaların değer bilmez, onları hak etmeyen ellerde eskimiş hallerine dönüşüyor, diplerden gelen çirkin, derileri soyulmuş, sinirleri çürümeye yüz tutmuş, çıplak kara kırmızı kasları ile ne idiği belirsiz uzantıların üzerinde yükseliyor, narin çelimsiz bedeni inip kalkıyor, kabarıyor irileşiyordu. Bulunduğu yere sığmaz olmuştu, bacaklarımın içini yalıyor, karnıma, göbeğime saldırıyor, inip kalkıyor! Bacaklarımda kabarıyor! Kasıklarıma daha aç saldırıyor o arada söner gibi oluyor sonra yine yükseliyor; arsız, içindeki günahları kaşıyan o çirkin uzantıların dokunuşlarına kaptırıyordu kendini. Ele geçiriliyordu içinde bir birine girmiş kadınlar tarafından. Bedenleri arkalarına doğru duman izleri bırakan erimiş kuyruklar ile dönen, içinde oldukları girdaptan kurtuldukça süzülüp kanına karışan; kalbini, zihnini ele geçirme mücadelesi veren kadınlardı. Kazanan kadının hükmettiği bedeninde karasız hareketlerin, sıtmalı inlemelerinin sebebi bu olmalıydı.

Yukarılara doğru geliyordu, gelmeye başlamıştı, dalgaları sahilimi milim milim ele geçiriyor, her dalga da biraz daha yukarı yol alıyor; karnımda dolaşıyor, göğsümde oyalanıyor, inci parlaklığında ıslak izler bırakıyordu. Yengeç kıskacı tırnakları ile resimler çiziyor, henüz sert olmasa da lapinlerin nazik ısırıkları ile dolanıyordu üzerimde. Sessizliğin içinde sahilde dolanan dalgaların şıpırtıları ile boynuma gelmiş, dudakları vantuz, şah damarım tehdit altında hırlamalarını dinliyor, üzerime geldikçe yayılan bedeninin yumuşak dokunmaları, dizlerinin huzursuz bir şekilde yer arayışları, ten tene değen ıslak, kaygan tuzlu sürtünmeleri ile beni içine almaya başlıyordu. Her dalgasında kum tanelerimi sürüklüyor, met halleri beni sarmalıyordu. Tane tane İçine iyice aldığında artık nefes alabilmem için dudaklarıma yapışmıştı. Elleri kolları, saçları, parmakları, dili, dudağı, bilumum deniz mahlûkatı olmuş gibiydiler. Kimi ahtapot, kimi yosun, kimi mercan, teni sünger gibi yumuşak. Henüz yırtıcı olamamış yavru balık ısırışları, telaşlı yengeç yürüyüşleri, yunusun cıvıl cıvıl dans edişi; mavi gözlerinden sebep denizin altı sarmış gibiydi etrafımı kucağında.

Dudaklarını ayırıp bakarak doğruldu, kasıklarımın üzerine oturdu. Biliyordum artık o mavi gözlerin siyaha kaçan en derinlerine doğru bir yolculuğa alacaktı beni denizim, Akdeniz'im.

Oturduğu yerde güneyli rüzgârlara tutulmuş gibiydi; sıcak, yakan kavuran ama arkası sağlam sağanak. Kasıklarından yukarılara kadar tüm vücudu şimdilik lodosun yayvan, geniş dalgalarının etkisindeydi. Her dalgada biraz daha derinlerine dalıyordum gözlerinde. O su mavisi açık renk gittikçe koyulaşıyordu, çivit mavisine gelmiştik.. Sıkıntılı sıkıntılı dizlerini üzerinde doğruldu, ince dudakları yine gerilmişti, kaşları birbirine girdi, ısrarla gözleri açıktı , üzerinde eze eze dolaştığı alt egomu eline aldı. Solukları uzun, derin ama hala yetmiyormuş gibi zorluydu, memeleri rüzgârda pupa yelkenler gibi kabarmış alesta bekliyorlardı. İçeriden biri artık tam yol demişti belli ki, kalyon bordasının inleyen gıcırtıları ile üzerime doğru gelirken; gözlerinin en derin mavilerine, karanlık derinliklerine usul usul indirmesiyle başladı yolculuk. Katman katman iniyordum. Gecenin Ay'la oynaşan laciverti, sonra katrana çalan hali, koyu kapkara ama hâlâ maviyi çağrıştıran derinlerindeydim şimdi. Koca körükler gibiydi ikimizin de bedeni solumamızı sağlayan. Derin nefesler alıyorduk, Şişen memeleri suyun altında asılı kalmış, dikilmiş gibi bir o yana bir bu yana dalgalara uyuyordu. O derinlerde sürüklendim kaldım bir süre. Rüzgârlar hızını artırmış, dalgaların uçları Afrodit'i doğuran beyaz köpüklerle dolmuştu, dalgalar derinlerde hissedilmiyordu ama sağa sola, ileri geri sallanıp duruyordum içinde.

Gözleri de o derinler gibi koyulaşmıştı. Sinsi miydi yoksa isterik mi bilemediğim bir gülümseme vardı beni ele geçirdiğinden dolayı sanki. İki elini göğsüme bastırdı, gözlerinin rengi açılıyordu ben de yukarılara çıkıyordum, yine o su mavisi hallerine geldim sonra yine karanlık maviler başladı, katman katman oluyordu beni her içine alışı ve nefeslenmem için yukarı çıkartışı. Açıktan koyuya, koyudan açığa ama her defasında daha hızlı daha sert oluyordu ve Balıkçının " Evetler ülkesi" dediği Akdeniz gibiydi. " Evet , evet " diyordu arzuyla, iç geçirerek " Ne güzel sevişiyorsun benimle, Sadece izleyerek " diyordu .... " Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama, beni çok güzel yaşadığını biliyorum " diye devam ediyordu nefes nefese.

Lacivert derinliklerde kalmıştık, bir görünüp kaybolan deniz kızları dolanıyordu etrafta ya da siren denen tehlikeli mahlûkatlar. Kimi geliyor " Söyle, o güzel şeyleri bana " diye fısıldıyor, Diğeri "Becer artık " gibisinden Akdeniz'e yakışmayacak şeyler söylüyor, ellerimden tutup memelerine yapıştırıyor, beriki kaba etlerini mıncıklatıyor, öteki hırçın hırçın "Evet , evet " diye bağırıyor ama o debdebenin içinde biri ısrarla "Bana güzel şeyler söyle diyordu" . Hangi kadına uyacağımı bilememiştim. Bedenimi diğerlerine, sözlerimi sadece ona bırakmıştım bende. Güzel şeyler söyledim ona. Çok güzel şeyler söyledim o dalga dalga oldukça. Her kelimemde daha da yükseldi dalgaları , her sözümde alıp vurdu beni falezlere, ardı arkası kesilmedi o güzel gözlerindeki renk değişimlerinin. Keskin kayalarla, dalgaların arasına sıkışıp kalmış, olan biten karşısında şaşkın, Akdeniz'i hiç böyle görmemiş gözlerle ve bana başka başka kadınları yaşatmasını izlerken; o derinlerden gelen gürül gürül patlamalar ve deniz depremleri ile sarsılarak , kocaman kocaman!! Dalgaların üzerinde, martı çığlıkları beraberinde "Boşalıyorum" diyerek üzerime yığılıp beni sessiz sakin koylarına alması ile sonlanıyordu. Şimdi Sumruların dansları başlamış, deniz sakinleşmiş, rüzgârlar dinmişti. Akdeniz yine mavi, yine ılık ve yorgun bir denizkızı gibi daha kadın kalıvermişti kumsalda.

sdokfan
sdokfan
27 Followers
Please rate this story
The author would appreciate your feedback.
  • COMMENTS
Anonymous
Our Comments Policy is available in the Lit FAQ
Post as:
Anonymous
Share this Story

story TAGS