Tazelik 02

Story Info
Hznl.
4.7k words
0
891
00

Part 2 of the 2 part series

Updated 06/10/2023
Created 03/08/2022
Share this Story

Font Size

Default Font Size

Font Spacing

Default Font Spacing

Font Face

Default Font Face

Reading Theme

Default Theme (White)
You need to Log In or Sign Up to have your customization saved in your Literotica profile.
PUBLIC BETA

Note: You can change font size, font face, and turn on dark mode by clicking the "A" icon tab in the Story Info Box.

You can temporarily switch back to a Classic Literotica® experience during our ongoing public Beta testing. Please consider leaving feedback on issues you experience or suggest improvements.

Click here

Afacanlık yapmaktan hoşlanırdı, olur olmadık zamanlarda attığı mesajlarla ne toplantıları kan ter içinde bitirmiştim oysa şimdi oyunbaz küçüğüm kaybolup gitmişti sanki. Öyle havadan sudan konuşmalarla geçmişti yemek, uzaktan uzağa sarf edilen sözlerin bir tanesi bile dile gelmemişti hatta iması dahi olmamıştı. İlk kez karşılaşıyor ve ilk kez birbirimize merhaba diyen, başka boş yer yokmuş gibi aynı anda masaya oturan ve nezaketen birbirimizi buyur etmiş iki yabancı gibiydik. Tek güzel yanı aynı denize bakıyor, dalgaların seslerini duyuyor olmamızdı. Ben rahat gibiydim aslında ama ilk andan itibaren çekingen duruşu, biraz utangaçlığı mı desem bilemiyorum beni de frenletmişti. Karışık olduğu kesindi kafasının. Emin değil miydi yaptığı şeyden, gerçekten istiyor muydu istemiyor muydu?

Farklı değildim, kafamda sorular dönüp dolaşıyordu, benim için her şey yeterliydi aslında onunla beraber olmak, aynı denize bakmak bile yeterdi. Garip şeylerdi ona hissettiklerim aşk desen?? yok değil, sevgi desen o da farklıydı. Tutku had safhadaydı ama hissettirdiği heyecanı tarif etmek zordu, çelişkiliydi. Durdurulamayan koca bir tren gibi üstüne, üstüne gitmek istiyordum ya, aslında bir yandan kozasında da kalsın diyordum. Sadece ete, tene ve seksin salgıladığı hormonlara teslim olup arzuladığım tatmini yaşayıp gitmek geliyordu zaman zaman aklıma. Sonra gençliğine, duruluğuna ruhumu teslim edip onunla kaybolmak istiyordum.

Yasağın ve gizlinin heyecanı, günahın davetkârlığı ile utanç içinde sevişebilirdik belki, garip ama karşı konulmaz bir kaos vardı. Buna rağmen ne isteğimizden bir o kadar da emindik yaşanacak olan aslında tam da bu kaostu sanırım. Bile isteye hata yapıyorduk, günahların en büyüğünü işleyecektik ama istiyorduk.

Kahve ile uzatmıştım biraz daha sofra faslını ve gelmelerini bekliyorduk. Başını yana çevirmiş dışarı bakıyordu, öyle denize doğru. Göz bebekleri oynaşıyordu, ellerini birleştirmiş sakince de olsa belki biraz huzursuz ya da heyecanla parmakları ile oynuyordu ki!! elini ovuşturmasını bırakıp bana doğru döndü, duygusu belli olmayan bir sesle "Odaya gidelim mi?" diye sordu. Başından beri bu teklifi ona bırakmış olamama rağmen ses tonundaki beklemediğim mekaniklik bir garip yapmıştı beni. O beklediğim utangaç, belki arsız, belki baştan çıkartan ya ne bileyim kadınsı süsler olmadan gayet mekanik ve soğuk "Odaya çıkalım mı?" teklifi istemsiz bir sürece giriyormuş gibi hissettirmişti.

-Olur

Diyebildim. Kahveler arkamızdan baka kaldı, kalsınlardı zaten.

Gözlerimi onu zorlamayacak şekilde üzerine dikmiştim, ben de toparlanıyormuş gibi yapıyordum ama göz ucuyla her anını izlemeye devam ediyordum. Yine aynı soğukkanlı görünümü ile çantasını toparlarken, ne saçlarının arkasına saklanan yüzünü ne de gözlerini görebiliyordum. Tiril tiril beyaz bir gömlek, toprağı maviye boyanmış çiçek tarlası gibi bir etek, ince bir altın zincir bileğinde ve boynundan sarkan bir kolyesi vardı üzerinde. O kolye ki beni aslında deli etmişti. Ama tam istediğim görünümde değildi. Bileğindekinde ise mavi bir boncuk eklenmişti. Öylesine güzel üstünden dolaşıp altına geçiyor ve sarmalıyordu ki bileğini, hiç sıkmadan böyle akıp gidiyor, her an oradan çıkıp elinin üzerinde belki sonra kolunda dolaşacakmış hissi veriyordu. Kelimelerim yetse abartabildiğim kadar abartırdım sanırım gözlerimin önündekini. Ona ait her şeyi tavanına vura vura yaşamak istiyordum, yüksek,yüksek , zirve ,zirve.

Çantasındaki ilgisi hala sürüyordu, bir çanta ne kadar uzun toparlanabilirdi, bir şeyler arıyormuş gibiydi ama bence son kez vakit kazanıyordu. Nihayet bitmişti. Güneş gözlüklerini taktı, yüzüne düşen saçlarını toparladı, kara camların ardından, göz göze gelemediğimiz bir bakışla gülümseyerek yürümeye başladı, biraz sendeler gibi oldu ilk adımda, sanırım çok kısa bir andı. Gerçekten çok kısa bir andı ve ben ona her "çok" kelimesi geçen sözlerim sonrası kurduğum cümleyi aklımdan geçiriyordum "Çok güzelsin... Çok güzelsin... Çok güzelsin"

Dönüp gülümseyerek "O kadar çok söyledin ki bunu hatta beni hiç bilmediğin zamanlarda bile" deyince aklımdan geçirmekle kalmadığımı fark etmiş oldum, sağıma soluma bakındım başka duyan var mı diye zira fısıltıyla mı söyledim, bağır çağıra mı, bilmiyordum.

Bir iki adım önümde gidiyordu, karşı konulmaz seyir zevkimi tatmin ede ede arkasındaydım. İçten içe mavi elbisenin kalçasında olmasını kıskanır haldeydim. Adeta bana nazire yaparcasına, o kaba etlerin üzerinde ve tahmin ettiğim kadarı ile kısmen çıplak tenine temas ederek dans ediyor gibiydi ve bu yüzden restorandan çıkıp lobiye geldiğimizde nereye gideceğini bilemez halde aniden döndüğünde göz göze gelememiştik. Ne olduğunu anlamak için gözlerimi kaldırdığımda hafifçe tebessüm ederek tutmam için elini uzattı, yanına aldı beni. Asansöre doğru gidiyordu ama usulca "Dışarı çıkacağız " dedim . İlk kez bu kadar yakın olmuştuk, eli elimde, teninin sıcaklığını hissederek daha fazla yakın olmaya doğru gidiyorduk. Konuşmaya başladığımız günlerden beri beni saran ve hiç alışamadığım heyecanı gittikçe içimi sarıyor, elimde, kollarımda, yüzümde sarsak titreme atakları ve ürpertiler bedenimi etkiledikçe bir o kadar kontrollü olmaya çalışıyor ve kendimi kasıyordum. Uzun süredir unuttuğum şeyler karşıma çıktıkça ve muhtemelen vücudumun alışık olmadığı kimyasallar salgılandıkça bu böyle devam edecek gibiydi anlaşılan.

Otelin bahçesindeki taş merdivenlerden indik, kaçar kaçardı farkında değilim adımlarımız, buz üstünde kayar gibi, bungalov misali evciklerin arasındaki patikalardan geçip, yolun üstüne uzanmış ve birkaç, münasebetsiz ağaç dalı darbesi ile çizilmiş hafif hasarlı bir yüz eşliğinde odanın kapısına gelmiştik. Halime bakıp gülümserken, karizmayı kaybettiğim gibi odanın anahtarlarını, manyetik kartını ya da artık her ne haltsa açacak nesneyi bulamamam da cabası oluyordu.

Kapının açılması, içeri girme ve kapanması sonrası ipini koparmış yırtıcılar gibi bir birimize saldırmış, günlerce yaşanan açlıktan sonra bir an önce doymak için birbirimiz parçalarcasına üzerimizdekileri çıkarmaya ve hemen oracıkta sevişmeye falan başlamış değildik. Bunun yarısı bile olmamıştı (?) hatta yok yani normal bir şekilde içeri girmiştik.

Benim dallarla olan haşır neşirliğime gülüşü hariç buluştuğumuzdan beri olan tavrı çok değişmemişti. Aynı kontrollü tavırla içeri girerken gölgesinin üzerinde içeri doğru çekti beni. Kapıyı kapattım, uydusu gibiydim bir şey yapmıyor onun davranışlarına göre hareket ediyordum, açıkçası öyle inatla her şeyi ona bırakmıştım ya da ne yapacağımı bilemediğimden böyle bir bahane üretmiştim. Odanın ortasına doğru geçtik. Durdu, döndü, bana doğru geldi yüz yüzeydik ve bu sefer göz gözeydik artık siyah perdeler aramızda yoktu; bir çift, ortadan hallice, irinin biraz ufağı ama kesinlikle(!) küçük olmayan elâ gözlerin içindeydim. Nefesi gittikçe yaklaşıyordu, zaten aramızda çok mesafe yoktu ama dedim ya; anı uzun uzun yaşıyormuş gibi olmak hoşuma gidiyordu oysa dudaklarımızın birleşmesi birkaç saniye sürmüştü. Hızlıca sarılıp kendime çektim, avuç içleri ile göğsüme dokunduğunda "Neden gömlek giymedim diye " düşündüm. Düğmeleri iliklerinden teker teker çıkartıp ellerini bedenimde dolaştıracağını hayal ettim ama giysem de bir şey fark etmeyecekmiş onu öğrendim. Elleri ile nazikçe beni iteledi ve masum dudaklarımızı umutsuzca ayrı düşürdü. Bir iki adım geri gitmek zorunda kaldım. İmrene imrene baktığım dudaklarının üzerinde belli belirsiz bir gülümseme peydahlanmıştı tatlı bir fettanlık katıyordu ama hala masumiyetin kokusu yayılıyordu teninden, belli ki kurduğu bir oyun vardı ,onu yaşayacak gibiydi.

Saçlarının bir kısmı omuzlarına yerleşmişti, bir kısmı aşağılara doğru dökülmüş beyaz gömleğin üzerine süzülüyordu, yüksek geniş yakalı gömleğin ölçülü degajesinden içeri doğru giren bir iki tutam yaramaz memelerini sarmak ister gibi biraz daha aşağıya kaçmışlardı. Onu seyretmek istediğimi ve bundan ne kadar çok zevk aldığımı bildiğinden olsa gerek her anının tadını çıkarmamı sağlıyordu. Bu gün biraz acımasızdı, dudaklarımızı ayırdığı gibi o bir tutam saçı da memelerinden ayırdı, ustaca saçlarını derme çatma bir topuz ile toparladı, hâkimiyetimi en çok hissetmek istediği o ince boynunu, gerdanını ortay çıkardı. Yaptığı her şeyi abartmaktan, üstüne bin koyup anlatmaktan çok hoşlanıyordum. Sözleri ve şimdi de hareketleri ile anlatılmaz şekilde dokunuyordu bana ama beni asıl memnun eden o da ilk defa anlam veremediği, üzerimdeki etkisini gerçekten görebiliyor ve anlayabiliyordu diye düşünüyordum. Saçlarını toplarken başını geriye atışı, saçlarını aşağı salışı, ellerini saçlarına uzatışı ve başının, ellerinin hareketleri kimseye bir şey ifade etmeyecek olsa da bende duvara dayanma ihtiyacı oluşturmuştu. Nefes alışlarımla verişlerim karışmıştı birbirine , hangisi hangi sırada olacaktı ha bire değişiyordu. Omzumu duvara dayamış onu seyrediyordum, gözlerinde görüyordum kavuşmamızın başladığını.

Gömleğinin iki düğmesi kendiliğinden açılmıştı sanırım, geri kalanları birer birer çözdükçe boynundan aşağısı, sutyenin açıkta bıraktığı memelerinin birazı, karnı, göbeği sinema perdesinin açılması gibi açılıyordu. Bir kadın bu kadar güzel mi soyunabilirdi, bir gömleğin çıkarılması bu kadar masalsı olabilir miydi? Benim kafamda oluyordu işte. Gömlek yavaş yavaş bedeninden ayrılıyordu. Vücudun ön tarafı tamamen açıkta kaldı, sonra örtüsünden kurtulan omuzları çıplaktılar artık. Kollarından sıyrılıp ayaklarını dibine düştü zavallı gömlek. Bir an ellerimi o güzel omuzlarına koyup öpmek geldi içimden, narin ve güçsüz görünüyorlardı. Köprücük kemikleri belli belirsiz çizgiler çekmişti boynunun altına. Ötücü kuşların konabilecekleri incecik dallar misaliydiler. Çok yakışırdı küçük bir kızıl gerdan ya da çilek ispinozu o dallara. Omuzlarından ayrılan gömleğin başına gelenler yetmezmiş gibi kollarından sıyrılıp ayaklarını dibine düştü zavallı. Hiç beklemeden sırtına uzanan elleri sutyenine gittiğinde, yaslandığım duvardan daha fazla destek alma ihtiyacı duymuştum. Memelerini gözlerime sunuyordu, biraz sonra dudaklarıma ve ellerime sunacaktı. Kendimi zor tutuyordum gerçekten çok zor tutunuyordum. Seyretmenin kolay olacağını sanmıştım ama inanılmaz şekilde zora sokuyordu, çok güzeldi.

Gömlek yere düşerken bende düşüyordum neredeyse, sırtımı duvara dayamış, boynum, sanırım biraz yana yatmış tepeden aşağı süzüyordum onu. Eteği kalmıştı üzerinde, pilili, çiçek puantiyeli, demiştim ya toprağın maviye boyandığı rengârenk bir tarla gibiydi. Sanırım viskon kumaştan yapılmıştı ayak bileklerine kadar iniyordu. Altında çok yüksek olmayan ama yine de çıplak vücudunda ikinci bir süs olarak kalmasını isteyeceğim ince topuklu bir ayakkabısı vardı, birincisi ise boynunda asılı duran kolyeydi. Çırılçıplak bir kadının üzerinde olmasını isteyeceğim yegâne süstü kolye. Sebebini bilmiyorum, cevabını da bulamamıştım ama seviştiğim kadının bedeninde altın veya platin renginde mümkün olduğunca zarif, sade kolyeden değişik bir şekilde tahrik oluyordum ve benim için takılmıştı o narin gerdana. Boynunda süzülüyordu, ucunda çok güzel düren küçük bir kelebek duruyordu, işte şu an tam istediğim gibi gözlerimin önündeydi.

Sutyende gitmişti bir tek etek kalmıştı sanırım üzerinde, çorap olmadığını biliyordum, elleri beline gitti yan taraftaki fermuarı indirdi, sanki bu anı beklermişçesine, ellerini bıraktığı an etek uçup gitti üzerinden. Tüm bedeni gözlerimin önündeydi, ayaklarının dibindeki gömleği ve eteği bir kenara attı, ince kalem bacakları titriyorlardı, hareler vardı sanki etrafında güneş görmemiş bir beyazlık gözümü alıyordu. İnce gibi durmalarına rağmen uylukları dolgun, diz altında düzgün şekillenmiş baldırlar ve incecik bilekle sonlanan ayakları ayakkabılarının içinde kayboluyordu. Ayakkabılarının kemeri aynı narinlikte ayak bileklerinde yer bulmuştu. Ayaklarına bakarken aşağı doğru eğildiğini bir ayağını kaldırdığını, sonra elini sonra üzerinde kalan son giysi parçasını çıkardığını fark etmiştim, diğer eli ile denge kurmaya çalışıyordu ve bu anın başlangıcına şahit olamamanın kahrı içinde son parçanın çıkarılışını seyrediyordum. Artık üzerinde hiçbir şey kalmamıştı, göz ucuyla bana baktı, ben bütün gözlerimle ona bakıyordum. Doğruldu yatağa doğru yürüdü, yüzünü bana döndü, oturdu ,sonra uzanmaya başladı gözleri gözlerimin içindeydi onu seyrettiğimden emin olmak istiyordu ya da cüretini sergiliyordu . Yatağın yumuşak başlığına sırtını dayadı, bacaklarını araladı, dizlerini hafifçe kırıp yukarı kaldırdı

- Kapat gözlerini, kapat, ben yokmuşum gibi

Dedim.

Kafasını, geriye doğru yastığa dayadı; kalçasını, belini oynatarak iyice yatağa kuruldu. Derin bir nefes alarak ellerini uyluklarının içine doğru uzatıp bacaklarını okşamaya başladı, iki kolunun arasına sıkışan memeleri biraz daha dik hale gelmiş ve birbirlerine yapışmışlar, omuzları ile kasıklarına kadar inen elleri arasında oluşan deltanın tepelerini oluşturmuşlardı. Deltadan aşağı doğru karnı, hafif ayva göbeği görünüyordu. Elleri ile bacaklarını, kasıklarını okşamaya devam ediyordu, ince parmakları etrafı biraz pembe, ortası beyaz izler bırakıyordu. Ellerinin ve onların biraz daha aşağı inmesi ile ince bilekleri arasında sıkışan kadınlığı, içinden gelenleri dışarı taşırmıştı. Bir yandan da yüzünde olup bitenleri de izlemek için çaba sarf ediyordum. O anlarda erkek olarak ne kadar eksik yaratıldığımızı, defalarca defalarca düşünüyordum. Gözleri, dudakları kapalıydı ama soluk alış verişi hızlandıkça, memelerinin inip kalkması, burun deliklerinden süzülen soluğunun sesi artıyordu. Ağızı kapalıydı, hafifçe ısırdığı dudağının üzerinde görülen iki adet inci beyazı kaçırdığım başka şeyler olduğunu anlatıyordu bana. Bir telaş, gözlerimi aşağıya kaydırdığımda, aşağıdaki sıkışıklıktan eser kalmamış, kadınlığı kurtulmuş, sıvıların rahatça dışarı taşırırken, sol eli ve parmakları bu ıslaklığa bulaşmıştı. Diğer eli o deltayı bozmuş ve memelerinin üzerine gelmişti. Aşağıda geniş geniş hareketlerle kendini avuçluyor, yukarıda bir o memesini bir ötekini okşuyor, uçlarını parmaklarının arasına alıp sıkıştırıyordu. Sonra eli yukarılara tırmanmaya başladı, gerdanına, boynuna, çenesine uğradıktan sonra yılanın kovuğuna girdiği gibi pembe dudaklarının üzerinden içeri doğru nazikçe süzüldü. Dudaklarını pembeliğine bayılıyordum "Boyama onları, kendi hallerinde bırak öyle çok daha sana aitler demiştim. "

Boyamamıştı. O güzel dudakları ile bana olduğu gibi gelmişti. Daha ilk andan itibaren fark etmiştim kendini bana hazırladığını. Aramızdaki ufak tefek şifreleri, mimlediğimiz kelimeleri veya davranışları sergilemesinden fark ediyordum bunu. Bütün bu düşünceler ile daha soyunurken ayakta durmayan ben, önce koltuğa sonra daha yakın olmak için yatağın kenarına konmuştum.

Sağ elinin orta parmağı ağzının, diğer elinin ki ise amındaydı. Parmağını emişi, dudakları ile sarışı , ağzının içine alışı bütün dikkatimi oraya toplamıştı. Başı hafif geride, eli yüzüne dik bir şekilde, üzüm salkımını tutmuşta ağzına getiriyormuş gibi duruyordu. Parmağı artık ıslanmış ve aralanmış olan dudaklarını üzerinde dolanıyor, sonra ağa düşen avını yakalamış gibi dudakları parmağının etrafını sarıp emmeye ve içeri almaya başlıyordu. Bazen dışarı çıkarıp dili ile yalıyor ve onu seyrettiğimi bilmenin heyecanı ya da fettanlığı ile baştan çıkarıcı bir şekilde aldığı hazzı muzip inlemeleri ile duyuruyordu. Odanın havası değişmişti, daha sıcak ve pusluydu. İçeride ılık bir meltem esiyordu, ışıklar değişmiş gibiydi, biraz daha karanlık ve loştu. O güzelim Nisan havası kapanmış, gökyüzü ufukta kızıla çalmış ve hava bulutlanmıştı. Odanın içinde kopacak olan fırtına sanki dışarıda da hazırlık yapıyordu. Lakin yaşananları da unutulmayacak hale getiren bir ortamda kendiliğinden hazırlanıyordu. Gerçekten bu muhteşem anlar çiğ aydınlıkta heba edilmeyecek kadar eşsizdi. Belki biraz da günahlarımızı örteceği için hoşlanmıştım yarı karanlıktan. Pencerelerin perdesi açık olabildiği kadara açıktı, dışarısıyla aramızda sadece ince camlar duruyordu. Bizi dışarıdaki rüzgârdan ve savrulan yapraklardan başka seyredecek kimse de yoktu , bir anda çöken karanlık ve yağacak olan yağmur zaten başkasını dışarıda bırakmayacaktı.

Kadınıma geri döndüğümde yine bir şeyleri kaçırdığımı fark etmiştim. Ağzında oynaşan parmakları gibi aşağıdaki eli de boş durmuyor, tüm vücudunu kıvrandırmaya başlıyordu. Belki ilk anlarda beni baştan çıkartmak ve seyir zevki için başlattığı oyunun içine dalıyor ve tabi en çok görmek istediğim; etrafında olup biteni umursamadan, hiç bir sınırı olmadan, korkusuzca ve güven içinde kendi duygu selinin içine giriyordu. Amındaki parmağını okşamaları ve içindeki hareketleri ile kalçası, beli, karnı kımıl kımıl olmaya başlamıştı. Benim yakınında olduğumu bilmesi de sanırım heyecanını arttırmış belki dokunuşlarımı bekler hale gelmişti. Sıcaklığı buram buram üzerinden yayılıp etrafı sarıyordu, kulaklarımın işittiği nadir sesler duyuyordum, bacağının biri uzanırken diğerini yukarı doğru çekiyor, beli sürekli kıvrılıp karnını yukarı kaldırıyor; kalçası, kasıkları ritmik harekeler ile daireler çiziyordu. Yatağın örtüsü de çarşaf da birbirine girmeye başlamış, sanki canlı birer yaratıkmış gibi bedenine dolanmaya çalışıyorlardı. Geçen süreden haberdar değildim ama sanırım benim artık seyretmemem gerekiyor diye düşündüm. Biraz daha ona yanaştım, yatağın kenarında gövdesinin tam ortasında olacak şekilde yanına yerleştim. Nefesim hızlanıyordu, kendi solumamı duyuyordum ve ikimizin de sesleri birbirine karışıyordu, önce soluklarımız sevişmeye başlamıştı. O ana kadar kapalı olan gözlerini aralayarak bana baktı, gülümsedi, elleri ile kılavuzluk yaparak beni üzerine yerleştirdi ve kendini bana bıraktı. Sol elim karnının üzerinde diğeri memelerinde öyle geziniyorlardı. Ellerimin içini dışını bedenine sürüyor ve ona alışmaya çalışıyordum. Çok uzun sürmüştü ona alışmam ve aslında hala alışamamıştım. Dokunmalarımla benim huzursuz nefeslerim, onun baştan çıkartan solukları birbirine girmişti. Karnındaki, memelerindeki titremeleri izliyordum bense ondan daha fazla titrer durumdaydım hatta sarsılıyor gibiydim.

Bir başka olmuştu sanki o da boynuna yerleştiğimde derin bir nefes almış, biraz korku veya histeri ile tüm vücudu huzursuz bir devinime girmişti. Şimdi yatağa biraz daha gönüllü yerleşiyordu. Garip bir şekilde güçlü olduğumu hissettiriyordu. Korku ile birlikte şefkat bekleyen ürpertici bakışları, inanılmaz şekilde çekici, baştan çıkartan dudakları karşısında ne olduğunu anlamadığım bir durumdaydım. Aklıma gelen tek şey o arsız dudakları öpmekti. Sol elimle boynuna yukarı doğru baskı yapmıştım, İki elini de sol elimin bileğine yapıştırmıştı. Dudakları dile gelmiş gibiydi, sabitleşen gözleri ile çağrısını tekrarlıyordu. "Teslim oldum sana" diye evet tam anlamı ile buydu sanırım o karışıklıktan çıkan anlam. Hayatımda hiçbir kadını öpmediğim bir şekilde inanılmaz bir iştah ve egemen olma duygusu ile üzerine eğildim. Nasıl bir arzu, sahip olma iç güdüsü ile dudaklarına yapıştığımı ifade etmek zordu. Ruhunu emer, onu içime çeker gibiydim o anda oracıkta işimi bitirip sonra tekrar , tekrar sahip olmak istiyordum emrime amade bir köle .... Köle demeye dilim varmamıştı, cariye gibi diye aklımdan geçirmiştim.

Dudaklarından ayrıldığımda memeleri kabara kabara inip kalkıyor, dudakları " bir daha " dercesine dudaklarıma uzanmaya çalışıyordu. Karşı konmaz bir durumdu teslim olan o muydu yoksa ben mi teslim alınmıştım bilemiyordum. Tekrar dudakları ile buluştum, dili ağzımın içine girmeye çalışıyordu. Orada ne isterse yapacaktık. Ben de hassasiyetimi kaybetmiş gibiydim, kabalaşma belki de çizgi altına düşmeye hazırdım sanırım. Boğazına fazla abanmış olmalıyım ki elleri ile baskıyı azaltmaya çalıştığını fark ettim....Dehşet içindeydim zira çok umursamamış ve hala dudaklarını öpüyordum. Nefes nefese ayrıldığımızda kendime gelir gibi oldum elimi gevşettim , diğer elimle özür dilercesine şefkatle yüzünü sevmeye başladım ama ağzına doğru yaklaştırdığımda zaten hazır olan dudakları ve dili ile elimi , parmaklarımı yalamaya başlamıştı. Bundan keyif aldığı belliydi... Bu durumda çok ta fazla dayanamadım bir dakika sonra , neredeyse yaka paça kaldırdığım kadını dizlerinin üzerine getirmiş , üstümü çıkartmış ve kemeri çözer haldeydim. Uslu uslu beni bekliyordu kemeri beceriksizce çözdüm ama çaktırmamaya çalışarak

12