Akdeniz

Story Info
hayal bu ya.
2.8k words
5
1k
00
Share this Story

Font Size

Default Font Size

Font Spacing

Default Font Spacing

Font Face

Default Font Face

Reading Theme

Default Theme (White)
You need to Log In or Sign Up to have your customization saved in your Literotica profile.
PUBLIC BETA

Note: You can change font size, font face, and turn on dark mode by clicking the "A" icon tab in the Story Info Box.

You can temporarily switch back to a Classic Literotica® experience during our ongoing public Beta testing. Please consider leaving feedback on issues you experience or suggest improvements.

Click here
sdokfan
sdokfan
27 Followers

Akşam güneşinin gruba doğru aldığı yolda; arkasında bıraktığı mor, pembe, turuncu izlerin yansımaları lepiska saçlarının üzerinde rüzgârla birlikte dalgalanıyordu. Rüzgârın fırça darbeleri ile bulutlar gittikçe seyrekleşirken pamuk şekerleri dürülmüş, çıplak omuzlarına doğru şelale gibi inen gümrah saçlarına yapışmıştı. Dev bir sinema ekranı gibi olan pencereden sahile doğru güzel bir manzaraya karşı camın önünde, özensizce üzerine yerleşmiş vişne çürüğü bir gecelik ile omuzunun birini dayamış güneşin sıradan yolculuğunu izliyordu. İki çapraz sıska askı, omuzlarını dolanıp memelerinin üzerinde tutunuyorlardı ön tarafında. Aşırı olgun meyve kıvamında memeleri iki üçgen parçanın arkasına saklanmış olmalarına rağmen dolgunluklarını kumaşın üzerinde bıraktıkları pürüzsüz gerginlikten belli ediyorlardı. Askıların yaşadıkları zorluk omuzlarında bıraktıkları izden belliydi, zar zor tutuyorlardı geceliğin avuçladığı memelerini. Düşmekte olan birine uçurumun eşiğinde el uzatmış gibiydiler. Gecelik, sırtında derin boşluk bırakarak kürek kemiklerinden belinin başlangıcına kadar uzanıyor, belinden aşağı sanki hoplayıp kalçasının üzerine konup, sonra uyluklarının yarısını kapatarak aşağı düşüyordu ama kalçasında asılıp kalmış güzel bacaklarını da açıkta bırakmıştı yarı yolda. Yaşadığı şehrin hakkını veren bronza çalan teni yine de bakırın kızıl sarısı kadar yumuşak dokunuyordu gözüme. Geceliğin çürümüş rengi o kızıllığın üzerine, gözü okşayan kadife dokunuşları ile yerleşmişti.

Güneşin yorduğu sular asılıp kalmış, gökyüzüne yükselemedikçe hareli bir pus olmuşlar, zayıf ve sakin dalgalarla birlikte suyun üstünü gizleyen örtü gibi yayılmışlardı. Bulutların arasında fırsat buldukça kaçan güneşin kolları puslu da olsa denizin yüzeyinde sekip cama vuruyor, ebemkuşağından bir yol camdan süzülüp bacaklarına dolanıp omuzlarına doğru tırmanıyor, geceliğin altından geçerek bacaklarının geri kalanı ve kalçasını perdenin arkasındaymış gibi gölge çizgileri ile belirginleştirip kollarına, memelerine, boynuna dolanıp bedenini aydınlatıyordu. Tenindeki incecik ibrişimler altın sarısı yakamozlar oluşturuyordu gün batarken üzerinde. Bedeninin ters ışıkta kalan kısımları ile bir zıtlık, sarı saçlarının etrafındaki hare olan günün son ışıkları göz alıyordu..

Yorgunluktan ikimizde uyumuştuk bu saate kadar, yeni uyanmış gibi değildi, elindeki fincanda dumanı tüten bir şeyler yudumluyordu. Ben uyanalı 5-10 dakika olmuştu, onu öyle gördüğümde " Ne kadar güzel " diye iç geçirmiş yarım yamalak anlattığım güzelliği seyre dalmıştım. Geceden çıkılan yolculuk, kısa bir dinlenme sevişmesi sonrası ikimizde dalmıştık uykuya. Seyrettiği manzaraya baya kaptırmıştı kendini, seyrini bozmak istemiyordum ama onun sıcaklığını da istiyordum, ya koynuma girmeli ya ben sokulmalıydın koynuna. Sanki yeni uyanıyormuş gibi gerinmeye başladım. Omuzun üzerinden başını çevirip;

- "Canım, uyandın mı" dedi gülümseyerek.

Mahmur gözlerle ona bakıyordum. O ise her gülüşünde yeni goncaların açıldığı, gözlerindeki maviliklerden beslenen çiçeklerin boy verdiği bahçeler gibiydi. Rengârenk. Bir yanda dingin mavilikleri ile gündüzsefası, saçlarında civanperçemleri; dudaklarında katmer, katmer güller yer alıyordu. Ben bunları düşünürken elindeki fincanı bırakmış bana doğru geliyordu. Günaydın diyen gülümsemesi biraz değişmiş, bakışlarında da etçil çiçekler yer almıştı. Sert, keskin yüz hatları vardı, yanına yaklaşmaya zor cesaret edilen kadınlardandı. Dikkat çekiciydi ama yüz ifadesi temkinli olmanıza sebep olabilirdi. Yine de derin mavi gözleri ile birlikte konuşmaya başladığındaki içtenliği, bıcır bıcır konuşması o kasveti bir anda dağıtabiliyordu. Epeyce yakından tanımama, huyunu suyunu bilmeme rağmen o ilk anki izlenimi birçok kereler hissettiğim olurdu. O anlardan birindeydim. Müphem bir ifade vardı yüzünde, aklından bir şeyler geçirdiği belliydi. Yatağa uzanmasını umarak kollarımı açıp onu kucaklamaya yeltendiğimde; çokta olmayan pazılarımdan bastırarak sırt üstü halime geri getirdi. Dizlerinin üzerinde yatağa çıkıp karnımın üzerine öylece yerleşti. Elleri hala kollarıma bastırıyor ince çiçek sapı kolları ile beni yatağa mıhlıyordu ama bakışlarındaki egemen hali ile yapıyordu bunu. Yavaşça üzerime eğilip dudaklarımı öpmeye başladı, öpmüyordu aslında tadına bakar gibiydi kısa bir süre bu şekilde öptükten sonra doğrulup;

-"Benimle sevişir misin " dedi.

Sorulacak soru mu diyesim geldi içimden bir an ama sanırım susmak daha doğru bir tercihti. İnce kollarının baskısını yenip onu sarmaya yeltendiğimde bu sefer ellerini göğsüme koyup daha güçlüce bastırdı. Gecelik, bacaklarının üzerine sıyrılmış, dalından sarkan meyve gibi duran memelerinin bir kısmı açığa çıkmıştı. O an bu geceliğin üzerinde olmaması gerekiyor diye düşünmüştüm, çıkart demeye çalıştım ama dudaklarıma konan parmağını müdahalesi ile susturulmuştum. Aynı soruyu tekrar sorduğunda, cevap vermek gerektiğini anlamıştım. Başımı salladım evet anlamında. Onunla sevişecektim.

Dizlerinin üzerinde yavaş yavaş öne doğru gelmişti. Kasıkları çenemin dibindeydi, yukarı sıyrılan ve çoktan çıkartılması gereken geceliğin etekleri çeneme değiyor, lanet bir şekilde de kaşındırıyor, huylandırıyordu. Alaycı bir gülümseme ile bakıyordu bana. Sıcacık kasıklarını hissediyordum göğsümde, kalçasının yumuşaklığı o yuvarlak yumuşaklığın değdiği yerde düzleşip bedenime yayılmasını hissediyordum. Tabi kadınlığının ıslak dokunuşları da eşlik ediyor, teninin sıcaklığı efil efil yüzüme vuruyordu. Sakin esintilerin dokunduğu dal gibi nazlı bir şekilde salınıyordu üzerimde, hesap kitap yapar bir hali vardı bakıldığında.

Nihayetinde tamamlamış olacak ki geceliğin eteğini yukarı sıyırıyor beni huylandığım bu zor durumdan kurtarıyordu!!! Kalçasını bir sağa bir sola gemi çarkı gibi kırarak dizlerinin üzerinde hafifçe yükselip biraz daha öne gelerek yüzümün üstüne geldi.

-"Seviş benimle" diyerek.

Ağzıma yaklaştı ve yavaş yavaş kadınlığını ve ıslaklığını bana tattırmaya başladı. Biraz yukarıdaydı boynumu kaldırmak zorunda kalmıştım sanırım emek sarf etmemi istiyordu. Ama kahrolasıca gecelik, yine düşmüş gözüme burnuma dolanıp duruyor huylandırıyordu ve bacaklarının altına aldığı kollarımı kurtaramadığımdan (?!) kaşıntıdan da kurtulamıyordum. Yüzüme peçe takmış gibiydim, yukarıdan bakıldığında sanırım sadece gözlerim görünüyor olmalıydı, halime gülesim geldi, teslim almıştı beni. Bensiz zamanlarında, ilk arzularını yaşadığı dönemlerde kullandığı ayıcığa davrandığı gibi davranıyordu ama ben etten kemikten yapılmıştım. Canım biraz acısa da ve münasebetsiz gecelikle mücadele etsem de genç kızların ayıcıkla yaşadıkları ilişkiye gıpta ediyor olmamdan dolayı ses çıkartmayacaktım sanırım bu duruma ama hoyratça kullanılmak ihtimali de bir miktar korkutmuyor değildi.

Yukarı bakınca, taşıdığı yüke dayanamayıp omuzundan sarkan zavallı askı ipini ve dolayısı ile artık gizlenemeyen memesinden birini görüyordum öteki hala lanet geceliğin altındaydı ve bir türlü çıkarılıp atılmamıştı bir kenara. Ellerimi ancak dirseklerimden oynatabilir hale gelmiştim. Tabi ben bütün bunları yaparken o da boş durmuyordu. Halimi umursamadan kalçasını yüzümün üzerinde oynatıyor, dudaklarıma dayanıyor; kasıklarını, bacaklarının içini öptürüyordu. Ben de fırsat bulup kollarımı kurtarmış biraz da olsa rahatlatmıştım ama onun beni esir alma durumunu bozamamaya özen gösteriyordum. Hala dizlerinin üzerinde yaylanır vaziyette duruyordu, mavi gözleri kısık olmasına rağmen derinliklerini koruyorlardı, yarı gülümser yarı acı çeker bir haldeydi ince dudakları, duyduğu heyecanla çatılan kaşları birleşmişti. Yüzünün sert hatları ancak dudaklarındaki yarı gülümseme ile biraz yumuşuyordu. Üzerimde çocuksu bir şekilde egemenliğini tadıyordu ilk kez, böyle hissediyordum. O, ne yaşıyordu bilmiyorum ama benim yaşadıklarım böyleydi. Onunla mücadele etmeyen, karşı güç kullanmayan bir süre emrine amade olacak bir hizmetli gibiydim ve arzu ettiği şekilde sevişiyordum. Kollarım biraz daha kurtulmuş, neredeyse yüzüme oturmuştu. Dudaklarım, dilim ve ıslak amı birbirine girmeye başlamıştı. Onun da hareketleri daha kısılmış bana görevimi bu şekilde dikte ediyor, kısaca "Seviş benimle" diyordu. Dudaklarım kadınlığının üzerindeydi, uyluklarının iç kısmındaki inceliği yanaklarımı okşuyordu. Teni ipek gibiydi aslında ipek onun gibiydi.

Hareket edebildiğim kadar ulaştığım her yeri ile sevişiyordum. Kurtulan kollarım daha rahat hareket ediyordu ve ilk işim hem o güzel bacaklarını okşamak hem de geceliğe dersini vermek oldu. Yukarı doğru toplarken, artık vakti geldiğini düşünmüş olacak ki çıkartıp bir kenara attı geceliği. "Oh olsun" dedim içimden. Açılan görüşümle tüm bedeni görkemli bir şekilde tepemde duruyordu. Özgürlüğüne kavuşan diğer memesi sevinçle bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Gövdesini sabitlemişti sanırım bütün dikkati bacak arasında olup bitendeydi. Elleri ile başımı tutup biraz daha kendine dayadı, tamamı ile amına yapışmıştım dilim içine girecek gibiydi. "Çok güzel " dediğini duydum o karmaşada.

Devamında "Seviş lütfen benimle" aldığım en güzel emir, duyduğum en güzel istekti ve ruhumda aldığım lezzeti kat be kat arttırıyordu. Onu obur obur tadarken homurdanmalarımı, boğuk nefes alışlarımdan duyuyor olmalıydı. Tamamen yüzümde yer bulmuştu artık, ellerim de zayıf bedeninde. İncecik kaburgaları piyano tuşları gibi elime geliyordu, teker teker sayılabilecek neredeyse iki avcuma sığacak kadar zayıftı. Onu yaladıkça bedeninin kaçışları, ellerimden kayıp gidişleri, sağa sola düşüşleri dolanıyordu avuçlarımın içinde. Saçları da karışmaya başlamıştı artık bu sevişmeye, neyimiz eksik der gibi. Bazen memelerinin üzerinde, bazen sırtına kaçarak dolanıyorlardı ortalıkta. Yüzüme sokuldukları da oluyordu arsız dilim pütür pütür keşfe çıktığında sevişmenin çetrefilli anlarında. Isırdığım uylukları kırmızıydılar ama sonra mor çürükler olacaktı ve şikâyet edecekti bunlardan. Dişlerimi bedenine saplayıp ısırmadan, acıtmadan geçirmek hoşuma giderdi genelde, kulunçları en sevdiği yerlerdi dişlerimin ama şimdi bacakları, belki esaretten kurutulursam hayat çizgimin üzerinde yol alan meme uçları nasiplerini alacaktı....

Gözlerim yarı kapalı yarı açık seyretmeye çalışıyordum: Dümdüz kasıkları ve göbeğinden yukarı doğru içine çektiği karnı, yay gibi gerdiği üst vücudu ile kanat gibi çıkan göğüs kafesi ve cılız kemiklerini görüyordum. Sonra onların hemen üstlerine yerleşmiş salkım salkım salınan memeleri. Gözlerimin mihmandarlığında hareket eden ellerim özgür kalan memelerindeydi ve elbette artık avuçlarımın içindeydiler ve dahi şıra haline gelene kadar ezileceklerdi. Hazırladığım o şıraları içeceğim zamanlarda gelecekti elbet bir süre sonra, şimdilik ağzımdan sular aka aka işime bakıyordum.

Memelerinin yukarısında zayıf ve çıkık köprücük kemikleri vardı, boynu ile birleştikleri yerlerde konacak kuşlara susuzluklarını giderecek hazneler oluşurdu. Ama genelde susuzluğunu gideren ben olurdum, pek de kibar olmadan. Boynunu dişleyip sızan kanları tutan çanaklarım olurdu o çukurlar. Hırlaya hırlaya, göz açlığı ile saldırırdım boğazına. Bir orada bir de şimdi olduğum yerde kudururdu salyasıyla birlikte ağzım, dudaklarım ve tabi dişlerim. Ama şöyle sağlıklı köpek dişlerimin olmamasına hayıflanır dururdum boynunda bıraktığım izleri gördükçe. Çoğu zaman istemeyerek fular takmasına sebep olurdum. O kızardı olur olmadık zamanlarda kullanmak zorunda kalmaya ama ben seviyordum galiba hem fuları hem de izi; bıraktığım anları hatırlatıyordu sair zamanlarda. Aslında başkalarının görmesi hoşuma gidiyor gibiydi tabi ben yanındayken. Özellikle arkadaşları ya da güneşlenirken fark edildiğinde belli etmediği rahatsızlığı veya mahcubiyeti egomu tatmin ediyordu. Manzaranın devamında yukarıda kafa kafaya vermiş dudakları, nefes aldıkça şişen burun kanatları görünüyordu. Kolları havalanmaya çalışan kuğu kanadı gibiydi, bazen gövdesine yapışıyor, üzerinde dolanıyor, sonra başının üstünde birleşiyor, saçlarına karışıyordu. Zaman zaman yüzüme konuyordu. Keyfi yerindeydi.

Ama ben epeyce bir zorlanır durumdaydım hesap sorar gibi tepeme dikilmiş, ne halde olduğumu düşünmeden elde avuçta ne varsa soluk soluğa tahsil ediyordu. Kavga döğüş yaşanıyordu bacakları, kadınlığı, soluğumu tıkayan salgıları ile gövdemden koparılmış gibi olan kafam arasında. İleri, geri, sağa, sola hareketlerle kasıklarının sebep olduğu kabalığın özrü olarak kıvamlı sıvılar gibi yayılan kalçasının boynumda ve biraz göğsüme yayılan yumuşak dokunuşları ve şimdilik cılız savaş naraları ile alacağını; dilimin her dokunuşunda banknot banknot, avuçlarımdan kuruş kuruş almasını biliyordu ve halimi hiç mi hiç umursamıyordu. Bir an önce borcumu ödemem gerekliydi bu mücadeleden sağ salim kurtulmak için anlaşılan. Her ne kadar zor durumda olsam da iyice kayganlaşan dehlizlerde dolaşmak ve derinlerinde saklanan iniltileri işitilir hale getirmek benim de keyfimi arttırmıyor değildi. Mücadele alanına ellerimi almış, kaba etlerini terazi kefesi gibi ellerimin içinde tartarak yukarı kalkmasını sağlamış daha rahat hareket kabiliyeti kazanmıştım, apış arasını biraz açıp elimin birini kullanabilir hale getirerek mücadele eşitliği sağlamaya çalışıyordum. Keşif kolu olan dilimin ve dudaklarımın yerini, muharip parmaklarım almış bilinmez karanlıkların içinde yana yakıla, kaya düşe fethe hazırlanıyorlardı. Denizin üzerindeki pus camdan yol bulup sarmıştı etrafı. Bulanık görüyordum biraz, gözlerim içine dolan terden, yanaklarım ise kıpkırmızı olmuş bacaklarının sıcaklığından yanıyordu. Sıcağın serapları dolaşıyordu titrek titrek görüntülerle. Cılız, sıska sözüm ona naralar biraz daha güçlenmeye başlamıştı kararlıydım bu savaşı burada bitirecektim. Tüm gücümle saldırıya geçmiş gibi parmaklarım, dilim, dudaklarımla ve boğuk, gırtlaklanan hırıltılarla varlığımı hissettiriyordum. Parmaklarım dişiliğin derinliklerinde; Akdeniz'in tuzu ile kavrulan ağzım kasıklarında kaybedenin olmayacağı bu savaşta doyuma ulaşmak için çarpışıp duruyorlardı. Çölün sarı kavruk kuraklığından, suyu çekilmiş kırış kırış bir deri ile serap da olsa vahaya dalan insanlığını yitirmiş mahlukat gibi saldırıyordum amına. Tuzu da sıcağı da artarak kavuruyordu içimi. İştahı artan erkeliğim daha fazlasını istedikçe kadınımda daha derin yaralar açıyor; canını acıtan iniltilere, memelerini sarsarak dışarıda kendine hayat bulan hırıltılara, ağır yaralıların uzun uzun iç çekişlerine sebep veriyordu. Acısının geçtiği anlarda kısa süreli rahatlamaları kulağıma geliyordu ama benim sırtlan iniltilerim durmak bilmeyecek giydi. Zor da olsa avı ele geçirmiş kendimi doyuruyordum, beni beslemek için böylesi bir kurban olmayı mı yoksa kapana kıstırıp istediği gibi kullanmayı mı seçmişti? Ben böyle yaşıyordum o nasıl yaşıyordu acaba bütün bunları, üzerime gelirken aklından neler geçiyordu? Çok konuşmazdık aklımızdan geçenleri aslında açık açık, büyük ihtimalle ikimizde kendimize göre yaşıyor ama birbirimize olan hayranlığımız bizi bir arada tutuyor gibiydi. Alenileşen tutkuların tutku olmaktan çıkması ve heyecanlarını kaybedecek olması da bu konuda ikimizi de ketum hale getiriyordu. Böylesi daha güzeldi.

İnce sırım gibi dudakları iyice gerilmiş, üst üste gelmiş, dişleri ile ısırarak kilitlemiş, fışkıracak olan çığlıkları daha çıkmadan yerinde boğuyordu, çığlıkları ağzının boşluğunda dolaşıyor, fırsatını bulan demirci körüğü gibi kabarıp kapanan burun deliklerinden çıkıyor geri kalan geldiği yere geri dönüp sessizliğe gömülüyordu. Yüz hatları daha da sertleşmiş, kaşları çatılmış, kalmakla kaçmanın hesaplaşmasını yapıyor, adım adım av olmaya gidiyor gibiydi. Kısık bir sesle ve dişlerini sıkarak "Yavaş, yavaş olmamız lazım" diyerek geri çekilme sinyalleri verdi. Pişmanlık vardı sesinin tonunda. Ona saldıran başımı ellerini mızrak gibi saplayıp yatağa mıhlamış, dudaklarımı amından uzaklaştırmıştı. Savaş alanından ayrılıyordu, o güzel bacaklarını ve dişiliğini yüzümden alıp göğsüme oturdu. Baskıdan kurtulunca yüzü rahatlamış ama vücudu hala üzerimde oynaşıyordu. Ellerini yüzümde dolaştırıyordu "Kıpkırmızı olmuşsun" dedi gülümseyerek "Çok mu zorladım yoksa" deyip kayarak biraz daha aşağıya yerleşti. İki bacağı ile gövdemi kıstırmış, nazar değmesin diye hatırı sayılır bir yağ tabakasının altına gizlediğim mide kaslarımın üzerine yerleşmişti. Yerleşirken sanki altında ayıcığı varmış gibi üzerimde şımararak bir iki hoplayınca zoraki bir gülümseme ile durumu kotarmış gibiydim. Bu durum aşağıda bazı temaslara da sebep olmaya başlamıştı elbette. Oyuna katılmak isteyen alt egom hafif hafif kalçasına dokunur haldeydi. Bedeni sabah denizi gibi hafif dalgalıydı. Şimdi biraz durağanlaşmış ama hala üzerimde sağa sola, bazen yukarı aşağı hafif şiddetli lodosların geniş dalgaları ile oynaşmasına devam ediyordu. Elleri yanaklarımı, dudaklarımı seviyor, göğsümde sünger yumuşaklığı ile dolaşıyordu. Mavilikleri üzerimde geziniyor beni ilk kez görmüş gibi seyrediyor, anlamaya ya da keşfetmeye çalışıyor gibiydi. Yüzüme geldiğinde tutup gezintisini dudaklarımın üzerinde sonlandırdığım elini avucumun içine alıp öpmeye başladım. Bu serçe narinliğindeki ellerini öpmemi severdi ama uysallıklarını bir iki öpücük sonrası kaybetmeye dudaklarımla, dilimle oyunlar oynamaya başladılar. Diğer eli de yüzüme geldi sonra saçlarının zehirli dokunuşları beraberinde önce nefesi ve dudakları ve dahi ıslak pembe pütürlü dili yüzümde dolaşmaya başladı. Dudaklarımı koca koca yalıyor, inci dişleri ile küçük küçük ısırıklar alıyor emiyor, bazen narin dediğim ama arsızlaşan parmakları devreye giriyordu. Kalçası biraz daha aşağı kaymış, aşağıdaki beni yukarı kaldırmış üzerinde bazen de kalçasının yanakları arasına alıyordu. Durmuyordu, belli ki durmayacaktı. Bilerek yaptığı bir şey yoktu sanırım şu an üzerimde, yine oyununa başlamıştı. Kasıkları kasıklarımın üzerinde kıpırkıpırdı, serbest kalan ellerim üzerindeydiler artık. Bir elimde memesi diğer ellimde kalçası vardı. Elimi biraz daha aşağı kaydırıp içine girmek için yeltenince, beni engelleyip " Hayır olmaz..... şimdi değil " dedi, biraz rica eder biraz naz yapar gibi ve yine kaldığı yerden dudaklarıma geldi. Çarpışma göğüs göğse bir hale gelmişti. Üzerime iyice uzanmıştı. Uçları saplanmış, sömürgeci memeleri göğsümü istila etmişlerdi. Deniz kokuları taşıyan nefesi ile boynuma gelmişti, masumluktan uzak, biraz önceki saldırılarımın karşılığını verir gibiydi. Hızlı hızlı boynum ve yüzümü yiyeceği eti yırtıcı kediler gibi kocaman kocaman yalıyor, boynuma, kulak memelerime dişlerini geçiriyordu. Dudaklarından aşağılara kadar dalga dalga yayılıyor, huzursuz kıpırdanmaları ve homurdanmaları başlarken elinin biri ile de aşağıda beni oyalıyordu. Artık aşağılara inecek derken yukarı doğru çıkmaya başladı. Gerdanını dudaklarıma süre süre memesini ağzıma dayadı " Memelerimle de sevişir misin " dedi. Evet o kıskandığım ayıcığın hallerine gelmiş gibiydim. Sessiz, itirazsız dilediklerini yaptırdıkları ayıcık gibiydim onun kafasında, ben aklımdan ne mücadeleler yaşıyor ne betimlemeler yapıyorken o teslimiyet bekliyordu sanki. Ayıcık da der miydi acaba?

Memeleri dudaklarımın üzerine sarkmışlar birer birer kendilerini öptürüyorlardı. Ağzımın üzerine geldiler mi rahatça emebilmem için üzerime eğilip ağzıma erişiyorlardı. Pamuk şekeri gibi eriyordu memeleri emdikçe. Sağlı sollu sortiler yapılıyordu, uçları mermi gibi olmuştu ve hedefe ulaştıklarında onları pişman eden ısırıklara maruz kalıyorlardı. "Acıtıyorsun " diyordu böyle omuzlarını boynuna kısarak ama bana " Daha da acıt " diyormuş gibi geliyordu, klasik erkek beyni güç zehirlenmesi ile keyif almaya çalışıyordu. Tanrım memeleri çok güzeldi, benzetebilecek, betimleyecek bir karşılık yoktu. Tüm anaçlığı ile memelerini tattırıyor, içlerindeki şefkati içime çekiyordum. Çok güzel emziriyordu beni. Nazikçe ellerimle ikisini de kavrayıp kendimi biraz yukarı kaldırarak rahatça erişmeye başladım. Şöyle büyük lokmalar alarak doyasıya mis kokulu memelerini öpüyordum artık. Hazırladığım şıralar aklıma geldi, içme zamanıydı. Şıra tadı geliyordu resmen, şekerli kekremsi hafif ısıran o lezzet dilimdeydi adeta. Nazikçe emiyor, dilim meme uçları ile sarmaş dolaş oluyordu, şıra akıyordu adeta uçlarından. "Tanrım ne kadar lezzetli" diye geçirdim aklımdan. Bu sefer her şey çok dostane geçiyordu, bacak arasındaki haşin, kadın dolu dakikalar, karşılıklı mecburiyetin getirdiği bir minnet zamanlarına dönüşmüştü.

sdokfan
sdokfan
27 Followers
12